Yazıma başlarken fark ettim ki çok uzun süredir bir gazete için yazı yazmamışım.
Engin Abi, Denizli yayın hayatında gösterdiği ilkeli duruşu ile benim sürekli hayran olduğum bir büyüğümdür. Tabi o benden bu tip bir yazı istediğinde ister istemez heyecanlandığımı ifade etmeliyim. Yazdıklarıma dikkat etmeli ve bir hataya ya da onu utandıracak bir amatörlüğe imza atmamalıydım… Umarım aşağıda anlatacaklarım ile amacıma ulaşabilirim.
Hepimizin malumu bu hafta sonunda tarihi bir referanduma giriyoruz. Bu konu ile ilgili olarak taraflar ellerinden geldiği tüm imkanlar ile kendi tezlerini anlatmaya çalıştılar. Artık bundan sonra söz millette…
Umarım bu içinde bulunduğumuz dönem ülkemiz için olumlu bir sonuca ulaşır. (Burada hayırlı kelimesini taraf olmamak için özellikle kullanmadığımı belirtmek isterim.) Bu konu üzerinde konuşmak yerinde yeni Denizli hakkında görüşlerimi belirtmekte yarar görüyorum… Çünkü günlük siyasetin bitecek gibi görünmeyen çalkantılı gelişmelerinde bazı şeyleri kaçırdığımızı, bazı konularda az kaldığımızı ve hızla bozulan DNA’mızın bizi başka bir şehir kültürüne götürdüğünü düşünüyorum…
Çok değil bundan 20 sene kadar önce iş hayatına başladığımda Denizli için söylenen bazı artılar vardı. Denizli Anadolu Kaplanları arasında yer alıyordu. Hızla gelişen sanayisi ile ülkenin sanayi başkenti olacaktı. Pamukkale gelişen bir turizm merkezi olacak. Tüm dünyadan sağlık turizmi için akın akın insanlar gelecekti.
Ayrıca üniversite hızla inşa oluyor ve oradan yetişecek öğrenciler ile bitmez tükenmez kurumsallaşma çabaları bir şekilde son bulacak ve şirketlerimiz global oyuncu olacaklardı. O tarihte ülkede üniversite sınavı başarısı denince akla ilk gelen illerdendik. Yani o zamanın çocukları için bir üniversiteye girmek bir prestijden öte anlam taşıyordu. Ailemizin nasıl yüzüne bakacaktık.
Kitap okuma oranı ciddi yüksekti. Alışveriş merkezleri yoktu ama Denizlili girişimcilerin açtığı kitapçılar vardı. İşi CD veya film satmak olmayan sadece kitap satmak ve kitap satarak geçimini sağlamaya çalışan insanlar vardı. Sokaklar azdı ve insanlar hep aynı yerlerden alışveriş yapıyor, aynı sokaklarda gençler birbirlerini kesiyor ve aynı müzik defalarca kusana kadar dinleniyordu. Sanırım bu detayları biraz sıkıcıydı.
Neyse amacım burada nostalji yapmak değil. Nostalji yazısı yazsam eminim şehrin yarısı sana ne oluyor? Senin işin mi der?
Benim anlattığım başka bir şey. Bugün o yıllara göre elimizde çok artılar var. Çok daha kalabalık bir şehir olduk. Çok daha büyük imkanlarımız ve zenginliklerimiz var. Siyaset sahnesinde yer alan dostlarımız o yıllar ile karşılaştırılamayacak kadar güçlüler ve ellerinde sonsuz imkanlar var.
O yıllar ile karşılaştırılamayacak düzeyde kozmopolit bir hal aldık. Tabi bu kadar hızlı gelişen her organik yapı gibi bazı bozulmaların ve eksikliklerin olması doğaldır belki de.
Mesela artık yatırım yapmaz olduk. Bu o kadar üzücü ve tehlikeli bir durum ki. Büyük ve şehir için önemli birçok fabrika bozuk finansal yapıları yüzünden veya yaşanan krizlerin finansal yapılarını bozmasından kapandı. Sebepleri her birinin birbirinden farklı ve her birinin sebebi de bence üniversitemizde tez konusu olacak bu fabrikaların yerine kapasite ikame edemedik. Hatta şimdi de sonraki nesli işin içine sokamadığımız, onları iş konusunda motive edemediğimiz için finansal sorunu olmayan mevcut şirketlerimiz kapasite yaratamama, yeni yatırım imkanlarına etkili ve verimli tepki verememe tehlikesi ile karşı karşıya.
Son yılların Türkiye’sinde artık üretici olarak katkı sağlamak emlak rantı yanında akılsızca gösterildiği için yeni gelen nesil babasının dedesinin işine bakmaktansa yeni bir arsa bulup bunun üzerine bir alışveriş merkezi hiç olmazsa bir apart daire koyma telaşında. Hepimizin gönlünde bir teşvik hayali var. Devlet biz ihracatçıyı desteklesin de biz de yeni yatırımlarımızı ona yaptıralım diye. Ancak ne yazık ki farkında değiliz ki öyle bir gün gelse bile o tarihte bizler o yerinde duramayan, dil bilmese de gittiği şehirde bulduğu bir Türk garsonun çevirmenliğinde hammadde, makine satın alan abilerimizin, babalarımızın ruhunu kaybettiğimiz için etkin olamayacağız. Asgari düzeyde yenileme yatırımı bile yapmadan artık bu işler öldü edebiyatı ile kendi kendimizi bitirdiğimizi anladığımızda sizce geç olmayacak mı?
Dünyanın en şanslı konumlarından biri üzerinde oturuyoruz. O kadar önemli ki burada bulunan tarihi eser altyapısı, iklim ve doğal bitki örtüsü başka hiçbir yerde yok. Hepimiz turizm konusundaki sorunu biliyoruz. Turistler buraya gelmiyor. Başka şehirlerdeki otellere gidip oradan günübirlik turlar ile sadece Beyaz Pamukkale’mizi görmeye geliyorlar. Ama bu konu hakkında düzeltme veya geliştirme yetkisi nedense sadece Valimize ait görülüyor. Herkes Hierapolis’e girişin pahallı olduğundan yakınıyor. Ancak ucuzken de gitmediğimizi söylemiyor. En son çıkan tarihi eserlerin ne olduğunu bilen yok.
Leodikeia Antik Kenti’nde bulunan eserlerin dünya arkeoloji tarihi açısından ne kadar önemli olduğunu duyuyoruz ancak Goncalı da yediğimiz etleri eritmek için bile oraya doğru yürümediğimizi kendimize itiraf etmiyoruz. Otelleri sadece düğünlerde ziyaret ediyoruz. Her yaptıklarını eleştiriyoruz ve burun kıvırıyoruz ancak bir hafta sonu evden çıkıpta oralarda kalıp turizmin ne kadar zahmetle yapıldığını, bu insanların aslında ne kadar kahraman insanlar olduğunu göremiyoruz. Kaçımız Karahayıt taki hamamlara gider olduk? Eskiden ayda bir büyüklerimiz gider ve sağlık bulurlardı. Kireçlenmeyen organımız kalmayacak yakında ama alışveriş merkezlerindeki masaj aletlerinden medet ummaya çalışıyoruz. Halbuki her şeye şifalı suyun üzerinde yaşıyoruz. Turizmin ne kadar önemli olduğunu kendimiz sahiplenmeden anlayabilir miyiz acaba. Global zincirlerden biri gelirse yırtarız turizmde diye düşüneceğimize belki de hafta sonları olsun oralarda yer almalıyız ki tıkanan gelişimimiz bir miktarda olsa geçmiş günlerine dönsün.
DNA’mızı bozan diğer bir konu yerel ticaretin değişmesi ile ilgili oldu. Eskiden şehir merkezine inmek ve şehir meydanında alışveriş yapma alışkanlığı içerisindeydik. Oradaki pastanelere gider oradaki mağazalardan alışveriş ederdik. Sinemamız merkezdeydi.
Hiçbir şey yapmasak yürürdük. Çekirdek çitlerdik. Ancak son yıllarda tüm ülkeyi etkisi altına alan alışveriş merkezi sağanağı şehrimizde de etkili oldu ve küçük esnafımızı öldürdük. Belediyenin şehir planlamasının da bunda etkisi vardır muhakkak. Ancak hiçbirimizi bu yeni değişime ses çıkartmadık. Kendimizi kapalı alışveriş merkezlerinin gürültülü ve yapay atmosferine atarken yıllarca bize dondurma satan dondurmacının yok olduğunu anlamadık bile. Ya da yıllarca kotumuzu aldığımız mağaza tostçu olduğunda bizler için bir tarihin bittiğinin yasını bile tutamadık. Ne de olsa artık bizim büyük bir kot mağazamız vardı. Latte’mizi içerken ki bilirsiniz latte bizde geleneksel içecektir, dizleri makaslanmış kotun bize yakıştığına bile bakmadan alıverir olduk. Farkında mısınız duygularımızı da atar olduk.
Mesela daha büyük sitelerde yaşamaya başladık. Her odada internetimiz var ama kitap okumaz olduk. Hani bu çağ iletişim çağıydı. Sabah komşuya selam verirken ilk onun selam vermesini bekler olduk. Tam dört başı mamur bir büyük şehir olamadık ama artık eskisi gibi kasaba da değildik ve birbirimizi özler olduk. Tabi Acun programlarından başımızı kaldırdığımızda. Aile büyükleri dışında ikinci üçüncü kuşak akrabalarımızı bilemez olduk. Ama telefonumuzun sınırsız rehberinde binlerce isim kayıtlı diye övünürken en son dedemizi ne zaman aradığımıza bakmaz olduk. Tiyatromuz var ve övünmek gibi olsun kralı var. Ama üniversite de okuyanlar dışında ne kadar azımızın gittiğine bakmaz olduk.
Bütün bu anlattıklarım ile sizleri sıkabilirim. Ancak anlatmak istediğim şey tamamen sahiplenmeyle ilgili. Sahiplendiğimiz ölçüde iyiyi alırız. Sahiplenmeden şikayet edip yapılanı kötüleyerek kendimizi tüketiriz. Değişim elbette olacaktır. Bazı şeylerin değişmesi, gelişmesi güzeldir. Ancak ortaya çıkacak olanın ne kadar iyi olacağını tespit bizlerin elindedir. Geçmişten gelen güçlü yanlarımızı yok ederek, onları sahiplenmeden yeni bir Denizli için çalışmak büyük bir verimlilik kaybı olacaktır. Bizi biz yapanı unutmadan onu geliştirmeyle bir yerlere geleceğimiz muhakkaktır. O yüzden sevgili dostlar, pazar günü referandumda oyumuzu attıktan sonra kafamızı rutinin dışına çıkartıp şehri keşfedelim. Neler göreceğinize inanamayacaksınız….
Denemeye değer bence…
Ondan sonra gelişmeyi tartışırız…
Comentarios